7 Aralık 2014 Pazar

Sri Lanka Günlüğü - Eski Başkent, Fil Yetimhanesi, Tapınaklar ve Çay Tarlaları

Sri Lanka, eski adıyla Seylan, Hindistan'ın güneyinde yer alan bir ada ülkesi. Su damlasına benzeyen şekli nedeniyle Sri Lanka'ya "Hindistan'ın gözyaşı" deniyor. Sri Lanka'ya dört kişilik bir arkadaş grubuyla başka bir arkadaşımızın sosyal paylaşım sayfasındaki fotoğraflarını çok beğendiğimiz için bayram tatilini fırsat bilip Eylül 2010'da gittik. Bolca yürüyerek ve neredeyse tüm toplu taşıma araçlarını kullanarak ülkeyi on günde elimizden geldiğince keşfetmeye çalıştık, yine de ancak yarısını görmeyi başarabildik. 


Sri Lanka'ya Air Arabia ile Dubai aktarmalı olarak uçtuk. Yolculuk yaklaşık 8 saat sürdü. 2010'da hat henüz açılmamıştı ama şimdi THY'den de aktarmasız olarak başkent Colombo'ya ulaşmak mümkün.  Yeni başkent Colombo sıradan bir yeni şehir formatında olduğu için orada hiç vakit kaybetmeden trenle eski başkent Candy'e geçtik. Trenden indiğimizde bir pazar yerinin ortasında bulduk kendimizi. Kokular, sesler, renkler öylesine farklıydı ki bir festival filminin içindeydik sanki. Sırtımızda turist çantalarımız, ellerimizde harita ve rehberle bulabildiğimiz en kısa mesafedeki pansiyona yerleştik. 

Candy'deki ilk akşam göl kenarına inşa edilmiş Budist tapınağını ziyaret ettik. Tapınakta Budha'nın dişi bulunduğu için tapınak "Tooth Temple" olarak biliniyor. O akşam tapınakta tören vardı ve onlarca kişi ellerinde lotus çiçekleriyle Budha'ya olan saygılarını sunmaya ve dua etmeye gelmişti. Tapınağın girişindeki el işlemelerinin büyüsü ve durmaksızın çalan davullarla beraber tören giderek daha ilgi çekici bir hal aldı. Törenin tümüne katılmamıza rağmen Budha'nın dişini göremedik çünkü ancak sadece belli zamanlarda ziyaretçilere gösteriliyormuş. 



Candy'deki ikinci gün çok merak ettiğimiz fil yetimhanesine yetim filleri görmeye gittik. Yetimhane benim için biraz hayal kırıklığı oldu çünkü sandığımdan çok daha turistik bir yapıdaydı ve yavru fillerin ayakları zincirli bir şekilde, turistlere gösteri mahiyetinde beslenmesinden rahatsız oldum. Tam yetimhaneden ayrılacakken fillerin az ileride bir nehirde yıkanacakları haberini aldık. Yol boyunca kortej halinde ilerleyen filleri takip etmek ve onları doğal ortamlarında, bir nehirde banyo keyfi yaparken izlemek ise çok keyifliydi.


Candy'de geçirdiğimiz iki günün ardından tapınakları ile ünlü şehir Dambulla'ya gittik. Aslında Sri Lanka'nın büyük ve en çok bilinen tapınakları ülkenin daha kuzeyinde yer alıyor ama biz zamanımız kısıtlı olduğu için Dambulla'da mağara tapınağı ile yetinmek durumunda kaldık. 


Sri Lanka'da ulaşım büyük çoğunlukla trenlerle sağlanıyor. Bu yüzden trenler çok kalabalık, insanlar sıkış tıkış trende neredeyse beş-altı saat ayakta yolculuk etmelerine rağmen gülümsemeye devam ediyorlar. Sri Lanka aklıma geldğinde hala en çok güler yüzlü insanlarını özlüyorum. Tren dışında 1950'lerden kalma otobüsler ve ilk defa gördüğüm üç tekerlekli bisikletten bozma tuk tuklar var. Saat dörtten sonra toplu ulaşım bitiyor, bir yerden başka bir yere gitmek neredeyse imkansız. Biz de gün ışığından olabildiğince faydalanmak için her sabah altıda kalkıp soğuk suyla yapılan duşun ardından (sıcak su yok denecek kadar az) yollara düşüyorduk. Bu düzene bir süreden sonra öyle alıştım ki eve döndükten sonra bile bir süre sabah altıda uyanmaya devam ettim :) 


Sri Lanka'ya giden neredeyse her gezginin uğrak noktalarından biri Sigiriya kayası ve kayanın üzerine kurulmuş olan tapınak. Budist rahiplerin dünyevi işlerden uzak kalıp, kendilerini ibadete vakfettikleri aynı zamanda medrese görevi gören bir tapınakmış burası. "Bana uzak, Tanrıya yakın" sözünü kanıtlar nitelikte dev bir kayanın tepesine inşa edilmiş. Tapınağa yüzlerce basamak tırmanılarak ulaşılıyor,  tepeye ulaşmak yaklaşık bir saat sürüyor. Tapınakların bu kadar tepelerde olmasının bir diğer nedeni de tırmanış sürecinin de aslında ibadetin bir parçası olarak kabul edilmesi. Sigiriya'ya tırmanırken söylenmeden edemiyoruz, oysa en çilelisini henüz görmedik.


Sigiriya kayasının büyüleyici manzarasını arkamızda bırakarak hayatımızın mecerasını yaşamak üzere Sri Pada'ya doğru yollara düşüyoruz. 

Sri Pada diğer adıyla "Adam's Peak" yer yüzünde Adem'in ilk ayak bastığına inanılan tepe. Tepede Adem'in ayak izi olduğuna inanılıyor. Her yıl Aralık ayında birçok insan bu tepeye tırmanarak hacı oluyor, bizimkine ise daha çok umre ziyareti denebilir :) Sri Pada'nın yüksekliği yaklaşık 3500 metre, 2000 basamaklı bir merdiveni tırmanarak tepeye ulaşılıyor. Tırmanış gece olmak durumunda çünkü tepeden güneşin doğuşunu görmek gerek. Bu yüzden rehberimizle beraber gece 02.00'de yola çıkıyoruz, dört saatlik bir tırmanışın ardından sabah altı gibi nihayet tepeye ulaşmayı başarıyoruz. 

                                                 
Tepeye yaklaştığımızda ışığı yanan küçük bir ev bekliyor bizi, burası tüm tırmanışçıların son dönemeçten önce soluklandıkları küçük bir çayhane. İçtiğimiz bol şekerli çayda zorlu bir tırmanışı başarmış olmanın tadı var. Tepeye tırmanırken göz gözü görmeyen karanlıkta duyduğumuz hayvan sesleri, üzerimize yağan ve bizi iliklerimize kadar ıslatan muson yağmuru, altı saatin sonunda hissetmediğimiz bacaklarımız... Asıl zorlu kısmın bundan sonra başlayacağını ise çayevinde öğreniyoruz, çünkü tapınak tırmanışının son etabı çıplak ayak olmak zorunda. El mecbur deyip çıkardığımız ayakkabıları çantalara koyuyoruz, bundan sonrası tabana kuvvet. Artık nihayet en tepe noktaya vardığımızda zafer çanını çalıyoruz ama hava öyle kapalı ki ne gün doğumundaki manzarayı ne de ayak izini görmemiz mümkün olmuyor. 

                          

Adem'in ayak izini göremiyoruz belki ama daha önce hiç bilmediğimiz bir coğrafyada soğuktan morarmış parmaklarla kendi ayak izimizi bırakıyoruz.

                                         
Sri Lanka, Kenya'dan sonra dünyanın en büyük ikinci çay üreticisi. Özellikle İngiliz sömürgesi olduğu dönemlerde bereketli tüm topraklara çay ekilmiş (sömürge döneminden kalma bir alışkanlıkla Sri Lanka'da çay hala sütle bereber içiliyor), Seylan çayı günümüzde en büyük çay pazarlarından birini oluşturuyormuş. Biz de bu üretimi daha yakından görmek için Adem'in tepesi tırmanışı sonrasında artık tutmayan ayaklarımızı otobüse sürüyerek çay tarlalarını görmek için ülkenin en yeşil ve en yağışlı bölgesi Nuwara Eliya'ya geçiyoruz. 
Nuwara Eliya tıpkı bir bulutun içinde nefes almaya çalışmak gibi. Hava genele göre çok daha soğuk, her yer ıslak. Yol boyunca çay tarlalarında günlük 10 dolara çalışan kadınları görüyoruz. Çay üretimine dair daha fazla bilgi almak amacıyla yarım günlük Labookelle Çay Fabrikası gezisine katılıyoruz. Fabrika gezisinde, toplanan çay yapraklarının sadece en üstteki iki yaprağının kullanıldığını, bu yüzden dört kadın günde 100 kg çay toplayabildiği halde bunun ancak 22 kg'nın işleme tabi tutulduğunu öğreniyoruz. Gezi sonrasında bize Seylan çayı ikram ediyorlar. hakikaten diğer çaylara göre çok daha leziz. Bir yandan çayın yanında ikram edilen kekleri mideye indirirken, diğer yandan fabrikada çalışan kadınlarla dilimiz döndüğünce sohbet ediyoruz. Kadınların çoğu Hindu ve Tamil (bu ayrımlara ilerleyen bölümlerde daha detaylı değineceğim), alınlarında ya kırmızı ya da siyah işaret var. Kırmızı işaret kadının evli olduğunu, siyah işaret ise bekar kadınları gösterirmiş. Konuştuğumuz kadının karnı burnunda, "bebek oğlan mı, kız mı" diye soruyorum, "bilmiyorum" diyor, "ne güzel işte hayatının sürprizi" dediğimde ise gülümsüyor. 


Otobüs ve tren saatlerini ayarlayamadığımız için Nuwara Eliya'da iki gün adeta mahsur kalıyoruz. Artık adanın güneyine inme vakti, deniz ve güneş bizi bekliyor olmalı. 


Hiç yorum yok: