20 Şubat 2015 Cuma

Uzak Bir Rota: Küba


akşamın acı su karanlığı içinden
soğuk kadife teması yalnızlığın
şuh bir kahkaha balkonun birinden
gizli işareti midir bir başlangıcın… (Atilla İlhan)

Küba'da değişim zamanı. Amerika Birleşik Devletleri'nin uyguladığı ambargonun kalkması ve sınırların açılması gündemdeyken Amerikalı turistler Küba'yı istila etmeden önce gidip görelim istedik bu uzak ve bilinmeyen ülkeyi. Seyahatten önce okuduğum tüm gezi yazılarının ortak bir yönü vardı; insanlar Küba'ya ya delicesine aşık oluyor ya da ondan ölesiye nefret ediyordu. Benim üzerimde yarattığı etki ise ne aşk ne de nefret oldu açıkçası, iyi yönleri ve kötü yönleri olan bir sistem ile dört gözle değişimi bekleyen insanlar gördüm. Beni en çok şaşırtan şey ise Küba hakkında kulaktan kulağa dolaşan rivayelerle gerçeklerin ne kadar farklı olduğuydu. Küba hakkındaki rivayeleri ve gidince gördüklerimizi elim ve dilim yettiğince anlatmaya çalışacağım.




Küba bir çok gezgin için gidilmesi gereken ülkeler listesinde ön sıralarda yer alıyor. Bunda Küba'nın doğal güzelliklerinin yanı sıra sosyalizm gibi farklı bir sistemle yönetiliyor olmasının payı büyük. Ülkede internet kullanımının yok denecek kadar kısıtlı olması bilgi akışını engelliyor ve Küba'yı daha da gizemli kılıyor. 

Küba'ya, Paris, Amsterdam, Madrid ya da bizim yaptığımız gibi Moskova üzerinden aktarlamalı olarak gidiliyor. Aktarma süresi ile beraber 22 saatlik uzun bir yolculuğun sonunda akşam üzeri başkent Havana'ya varıyoruz.  Havalimanında nemli ve sıcak bir hava karşılıyor bizi. İdeal zaman denilen Şubat ayında gittiğimiz için burada olduğu gibi Küba'da da kış mevsimi yaşanıyor. Kışın hava bu kadar sıcaksa yazın nasıl oluyordur acaba diye düşünmeden edemiyoruz.  

Küba'ya giden Rus Havayollarına ait uçakta Türkiye'den gelen başka yolcular da var, bir tur grubu olarak gelmişler. Pasaport kontrolünde yan yana sıralara geçiyoruz. Heyecan dorukta, aksilik çıkacak mı yoksa geçişimiz acısız mı olacak? Görevliler önümüzdeki birkaç kişiyi ülkeye girmeden önce doktora görünmesi için yönlendiriyorlar, bunu duyunca önden arkaya doğru bir endişe dalgası yayılıyor. Herkes elindeki vizelerin geçerliliğini nedense bir diğerinin vizesine bakarak test etmeye çalışıyor. Elektriğin sürekli gidip gelmesi ve zaten yavaş işleyen kontrol sisteminin bu nedenle kilitlenmesi endişeleri daha da artıyor. Neyse ki hepimiz sorunsuz geçmeyi başarıyoruz ve ilk gerçek olmayan rivayetle karşılaşıyoruz.

Rivayet 1 - Küba girişlerinde pasaporta herhangi bir işlem yapılmaz çünkü pasaportunda Küba damgası bulunan kişilerin Amerika Birleşik Devletleri'ne girişine izin verilmez. Bu nedenle tüm giriş çıkış işlemleri ayrı bir belge olarak hazırlanan vize kağıdı üzerinden halledilir.

Gerçek 1 - Tüm itirazlarıma rağmen damgayı pasaporta bastılar. Küba'ya giriş çıkış bilgilerini gösteren parlak pembe damgayla ABD'ye girip girmeyeceğim bir merak konusu.

Havana sokakları...



Yaptığımız araştırmalarda Küba'ya Euro ile gitmenin daha iyi olacağını çünkü Dolar bozdurulduğundaki kaybın daha fazla olduğunu okumuştuk (Küba'da kullanılan farklı iki para biriminin nasıl işlediğini ise ancak beşinci günde  çözebilecektik). Yanımızda götürdüğümüz Euro'ları Küba'da kullanmamız gereken para olan CUC'a çevirirken bir başka bilgi yanlışlığını farkediyoruz. 1 CUC'un 1 Dolara denk gelmesi gerekiyordu, oysa 1 CUC hemen hemen 1 Euro'ya eşitlenmiş. Bu durumda bizim hesapladığımız tatil bütçemiz de bir anda %40 artmış oluyor. 

Rivayet 2 - Küba ucuz bir ülkedir, yalnızca uçak bileti pahalıdır. Ülkeye girdikten sonra ise düşük bütçelerle kolaylıkla seyahat etmek mümkün.

Gerçek 2 - Şöyle ki Küba'da geçerli iki para birimi var, biri yerli halkın kullandığı peso diğer adıyla CUB, diğeri ise turistlerin kullandığı CUC. Turistlerin peso kullanması yasak, illegal yollardan parasını pesoya çevirenler varmış ama bu çok kullanışlı bir yöntem değil çünkü restoran, market ve konakladığımız mekanlarda CUC geçiyor. Konaklama otel veya pansiyon olmasına bağlı olarak 20 ile 125 CUC arasında değişiyor, sabah kahvaltıları yaklaşık 5 CUC, akşam yemekleri ise 10 CUC. Bir mohito 3-4 CUC. Tuvalet ücreti ise (otellerin lobileri dahil) 1 CUC. Araba kiralamaya dair hiçbir veriye internet üzerinden ulaşamamıştık, gidince gördük ki araba kiralamak ise günlük ortalama 70 CUC.  Küba'dan çıkarken ise kişi başı 25 CUC vergi ödemek gerekiyor. Bütün bu fiyatları Euro üzerinden düşününce öyle çok da ucuz bir ülke ile karşılaşmıyoruz açıkçası. Kredi kartının geçmediği de düşünüldüğünde elimizde avucumuzda ne varsa (abartmıyorum ceplerde kalan 2-3 Euro'yu bile bozdurmak durumunda kaldık) Küba ekonomisine kazandırıyoruz. Kapalı ekonominin bir getirisi olarak böyle bir sistem kurgulanmış ama günler ilerledikçe insan kendini biraz CUC'ulmuş hissediyor açıkçası. 

Hemingway'in favori mekanlarından, mohitosuyla ünlü Del Medio. Ara sokaklarda daha yerel mekanlarda ucuz ve çok daha güzel mohitolar içmek mümkün.


  Cam işçiliği ile ünlü Küba evleri...

Sanat sokakta...


La Habana

Küba'daki on günlük gezimizin ilk iki gününü ve son gününü Havana'da geçiriyoruz. Havana'da  koloniyel tarzda inşa edilmiş güzel butik oteller var ama biz yer bulamadığımız için "casa"larda (Küba'da pansiyon olarak kiralanan oda/evler) kalmak durumundayız. İyi ki de öyle çünkü tatilin en güzel zamanları "casa"larda geçirdiklerimiz oluyor. "Casa"lar otellere göre hem daha ucuz hem de kahvaltı ve yemekleri daha yerel ve daha lezetli. Havana'da neredeyse her on evden yedisi "casa" olarak işletiliyor. Bizim gibi önceden rezervasyon yapmayı sevenlerdenseniz Küba'daki "casa"lara bu adreslerden ulaşabilirsiniz: www.casaparticular.com ve www.cuba-junky.com

Havana'daki zamanımızı çoğunlukla eski şehir merkezinin sokaklarında kaybolarak geçiriyoruz.  Sokak müzisyenlerini dinleyip gördüğümüz resim atolyelerine girip çıkıyoruz. Katedral meydanını, kaleyi ve hemen yanı başında kurulan pazar alanını çok sevip birkaç kez geziyoruz. Havana aynı zamanda kahvesiyle ünlü, bir çok çeşit kahve var. Yolunuz düşerse mohitonun yanı sıra bol bol kahve için derim, bir de muhteşem içecek pina colada var tabi :))

Kamera görünce poz veren papağan ve en az onun kadar renkli Havana'nın arka sokakları...

  
Tatil bütçesini toparlamak üç yıl, iki haftalik izin almak için mücadele etmek iki ay, uçak yolculuğu 22 saat, Katedral meydanında bulunmanın keyfi ise paha biçilmez...

Sahafların bulunduğu pazar alanında birçok dergi ve klasik olmuş kitapların eski versiyonlarını bulmak mümkün, ama maalesef çoğu İspanyolca :(

 Havana'nın olmazsa olmazlarından Devrim Müzesi

                         Devrimin üç atlısı: Castro, Guevara, Cienfuegos
Devrimde etkin rol oynayan kişilerin hayatları ve devrimden sonra Küba'daki değişim detaylıca anlatılmış. Che'nin aslen Arjantinli olduğunu ve CIA tarafından öldürüldüğünü biliyor muydunuz?

Che'nin resimlerini Küba'nın her yerinde görmek mümkün. Hatta Mona Lisa, Marilyn Monroe ile birlikte Che tüm dünyada en çok kullanılan üç figürden biri. Fidel Castro seçimden sonra başa geçen ilk lider, yaşlandığı için ülkeyi şimdi kardeşi Raul Castro yönetiyor. Bir de ismi çok duyulmayan ama devrimde aktif rol oynamış Cienfuegos var.  Adı, Küba'nın güneyindeki bir bölgeye verilmiş.


Havana sokaklarında amaçsızca dolanırken bir okulun tenefüs vaktine denk gelip içeri giriyoruz. Küba dünyada eğitim seviyesinin ve kalitesinin en yüksek olduğu ülkelerden biri. Özellikle doktor ve mühendis sayısı çok fazla. Hatta petrol ihtiyacının bir kısmını Arjantin ve diğer komşu ülkelere doktorluk hizmeti vererek karşılamışlar. Çocuklar benim birçok ülkede görmediğim kadar bakımlı, temiz ve daha önemlisi mutlu. Bu durum köylerde de aynı, her bir köy pırıl pırıl, çocukları toplu taşıma ile okullara devam ediyor. Gerek şehirde gerekse köyde çocukların her biri çok kendine güvenli, çok havalı :) Birçok ülkede önümüzü kesip para isteyen akranlarının aksine bize pas vermiyorlar. Böylece çocuklara dağıtmak için getirdiğimiz jelibonların büyük kısmı bize kalıyor :))

Bu noktada Küba'daki kadınlardan da bahsetmek gerek. Kadınlar çok görünür, her yerde aktif olarak çalışıyorlar. Tıpkı çocuklar gibi kadınların da kendilerine güvendikleri her hallerinden belli. Küba'nın en güvenli ülkelerden biri olmasının da bu durumdaki payı büyük kuşkusuz. Ursula L. Guin, "hırsız yaratmak istiyorsanız özel mülkiyeti  yaratın" der, Küba bunun en güzel örneklerinden biri. Tüm vatandaşlar eşit seviyelerde yaşadığı için hırsızlık yapacak bir durum da yok ortada. Yol boyunca kadınların (hatta kimi zaman çocuklarıyla beraber) otostop çekiyor olması ise kadına yönelik taciz ve tecavüzün düşük oranlarda kaldığının önemli bir göstergesi olarak okunabilir. 

Sokakta Küba bebeği satan kadınlar…Eğer ağızlarında puro ile fotoğraflarını çekmek isterseniz 1 CUC ödemek durumundasınız.

Havana'da geçirdiğimiz zaman Küba hakkında bir başka rivayetin doğru olmadığı farketmemizi sağlıyor. 

Rivayet 3 - Sosyalizm nedeniyle Küba halkı çok fakir. Kadınlar sokaklarda sabun, şampuan ve kıyafet dileniyor. Özellikle sabun ve tuvalet kağıdı hiçbir yerde yok. 

Gerçek 3 - Kübalılar için muazzam bir zenginlikten bahsedemem ama birçok ülkeye göre çok çok daha iyi şartlarda yaşadıklarını söyleyebilirim. Ara sıra önümüze çıkıp para isteyenler oldu ama bu durum diğer birçok ülkeye oranla daha fazla değil. Sabun ve tuvalet kağıdı ise neredeyse kaldığımız her yerde fazlasıyla vardı, her yerde de bulunabiliyor. Türkiye'den getirdiğimiz kalıp kalıp sabunu tüm gezi boyunca çantamızda taşımak durumunda kaldık. Neyse ki son gün karşımıza "varsa sabun verebilir misiniz" diyen biri çıktı da boşuna taşımamış olduk onca sabunu. 

"Renklerin ve dansın" şehri Havana gecelerine gelince…Biz o geceleri bir tülü yaşayamadık, şöyle ki mekanların belli müzisyenleri yok, yemek saati gelince müzisyenler mekan mekan geziyor, denk gelip yakalayana ne ala. Biz bu konuda biraz şansızdık, bir mekana gidiyoruz diyelim ilk mohitomuzu almışız müzik eşliğinde keyifle içiyoruz, hooop müzisyenler ekipmanları toplayıp ilerdeki mekana gidiyor. Elimizdekini bitirip bir sonraki mekana geçiyoruz diyelim daha ikinci mohitoyu içmeden müzisyenler bir diğerine geçmeye hazırlanıyor. Tüm gezimiz gerek Havana'da gerekse Trinidad'da elimizde içkilerle müzisyen kovalamakla geçti diyebilirim.

Pinar Del Rio - Vinales

Havana'da geçirdiğimiz iki günün ardından yaklaşık 200 km uzaklıktaki Unesco Dünya Mirası listesinde yer alan Vinales vadisine gitmek üzere yola çıkıyoruz. Vinales, Küba'da en iyi tütünlerin yetiştirildiği bölge, birçok puro atölyesi var. Aynı zamanda devrimden sonra kayalara yapılan resimleri görülmeye değer. Aslında vadinin kendisi başlıbaşına bir doğal güzellik.  

Vinales'e gezinin geri kalanında kullanmak üzere kiraladığımız araba ile gidiyoruz. Öyle eski model arabaları şöförsüz kullanmak pek akıl karı değil. Yollar kötü, bir de araba eski olursa yolda kalma ihtimali çok yüksek. Bu yüzden nispeten daha yeni, Çin malı bir araba kiralıyoruz. Ulusal otoban "otopista"yı bir türlü bulmadığımız için iki saatlik yolculuk beş saate kadar uzuyor. İspanyolca bilmiyor olmamız yolu bulmamızı zorlaştırıyor, yolu sormasına soruyoruz da keşke Küba'lıların verdikleri cevapları da anlayabilseydik. Böylece vadide geçirmeyi planladığımız zaman maceralı bir yol hikayesine dönüşüyor.

1950 model arabalara 1950 model yollar da eklenince bir dönem filminin içinde buluyoruz kendimizi 

Oradan mı dönecektik yoksa düz mü devam edecektik derken yolda güvenlik güçleri arabamızı durduruyor. Şimdi İspanyolca da bilmiyoruz, yanlış birşey mi yaptık acaba, ya derdimizi anlatamaz da başımız belaya girerse diye panikliyoruz. Üniformalı biri yanımıza yaklaşıp şimdiye dek gördüğümüz en akıcı İngilizceyle şehirlerarası otobüslerinden birinin bozulduğunu, arabamıza yolculardan birini alıp alamayacağımızı soruyor. Böylece Juan Carlos ile tanışmış oluyoruz. Juan Carlos, ziraat mühendisi. Pek fazla İngilizce konuşamadığı için çok basit soruları sorabiliyoruz ancak. "Sistemleri hakkında ne düşünüyor" ve "burada insanlar mutlu mu" aklımıza gelen ilk sorular. Pardon ilk soru şuydu: "Vinales'e nasıl gideriz?" İlk sorunun cevabı kolay ama diğerleri biraz sessizlik gerektiriyor. Juan Carlos, sosyalizmi kısaca "farklı" bir sistem olarak tanımlıyor ve insanların mutlu olduklarını söylüyor. Ayrıca ABD ile sınırların açılmasını destekliyor, bunun Küba'nın gelişmesi için bir gereklilik olduğunu düşünüyor. Bu, gezinin ilerleyen günlerinde de sıkça duyacağımız bir söylem. 

Juan Carlos bizi handiyse keçi yollarından geçirerek arkadaşının sahip olduğu tütün tarlası ve hemen yanındaki puro atölyesine götürüyor. 

Yoğun pazarlık sürecinden sonra en iyi markalardan altı puroyu 40 CUC'a alıyoruz. Henüz paramızı özgürce harcayabildiğimiz günlerimiz (5 CUC'luk pizzaya bile paramızın yetmeyeceği günlere çok da uzak değiliz aslında). Gezinin ilerleyen zamanlarında başka şehirlerde aynı marka puroları beşte bir fiyatına buluyoruz ama kaçak puro yaygın olduğu için ucuz olanların kaçak olduğuna inandırıyoruz kendimizi. O yüzden atölyeden aldığımız puroların ucuza mı geldiği yoksa ciddi bir kazık mı yediğimiz hala bir muamma. 

Juan Carlos'u puro atölyesinde bırakıp yola devam ediyoruz ve sadece yarım saat sonra başka bir dönemeçte tekrar kayboluyoruz. Etrafta yolu soracak birini buluyoruz, yarım yamamlak İspanyolca konuşma çabalarımızı görünce "İngilizce konuşabiliyor musunuz" diye soruyor. Heyecanlanıp Türkçe "evet" diyoruz. Tam bir dil karmaşası. Böylece yol gösterici tur rehberi ile tanışmış oluyoruz. Tesadüfen o da Vinales'e gidecekmiş. Arabaya binerek gideceğimiz yere kadar bize eşlik ediyor, daha doğrusu bizi kendi evinin kapısına kadar götürüyor :) Kaybolduğumuz zamanlarda otostop çekenleri arabaya almak daha sonra da sıkça kullanacağımız bir yöntem oluyor.  

En nihayet uzun bir yolculuğun ardından gün batımına doğru Vinales vadisi ile baş başayız.

Vinales'te sadece bir gece konaklıyoruz. Ertesi sabah dev devrim resimlerini görmeye gidiyoruz. Dağdaki prehistorik duvar resimleri diye adlandırılan resimler 1961 yılında Küba'lı ressam Gonzales Morillo tarafından devrime atfen yapılmış. Resimlerde insanın evrimi anlatılıyor. Dağa boyanmış salyangoz, dinazor, kaplan ve insan figürleri var. Evrimi anlatan alternatif bir eser, ya da alternatif bir evrim teorisi denebilir.


Hava soğuk ve yağmur çiseliyor. Vinales, daha fazla zaman geçirilmeyi kesinlikle hak ediyor ama maalesef gün bizim için çok uzun geçecek, yolcu yolunda gerek diyerek ayrılıyoruz. Önce Havana'ya dönüp oradan da bol çukurlu toprak yolları ve olmayan yer/yön tabelalarını kullanarak, çat pat çözdüğümüz İspanyolca cevapların izinde adanın orta kesimine, Trinidad'a geçeceğiz. 

Trinidad'a doğru yol manzaramız...


Trinidad

Trinidad Küba'nın orta-güneyinde yer alan, en eski şehirlerinden biri. Taşlı sokakları, tek katlı renkli evleri ile Unesco Dünya Mirası listesine alınmış. Şehrin araba trafiğine kapalı küçük meydanı ve etrafındaki rengarenk evler insana bir film stüdyosundaymış hissi veriyor.




Havana'da olduğu gibi Trinidad'da da önceden rezervasyon yaptığımız "casa"lardan birinde kalıyoruz. Trinidad tam anlamıyla bir "casa" cenneti, koloniel tarzda inşa edilmiş. envai çeşit evde konaklayabilirsiniz. Bizim kaldığımız ev Laura ve Ruben'e ait. Aile aynı zamanda küçük bir restoranı işletiyor. Laura'nın lezzetli yemeklerini yiyince neden restoran işine girdiklerini daha iyi anlıyoruz. 

Trinidad'da sıradan bir gün...



Ev sahibemiz Laura ile az da olsa ingilizce iletişim kuarabiliyoruz. Bu sayede günler ilerledikçe aklımıza takılan şeyleri sorma fırsatımız da oluyor. Öncelikle ikili para sistemini (Peso vs. CUC) detaylıca öğreniyoruz. Laura iki farklı para birimi olmasının kendilerini de zorladığını anlatıyor. Mesela bazı ürünleri sadece CUC ödeyerek satın alabiliyorlarmış ki bu da bütçelerini baya bir zorluyormuş. Laura'nın dediğine göre yakın zamanda bu iki farklı para tek bir para birimine dönüştürülecekmiş. Laura bize sosyalist sistemin işleyişi hakkında da bilgi veriyor. Küba vatandaşlarının her ay için iki kilo şeker, iki kilo un, yağ, pirinç, et vb. ürünleri karneyle alma hakkı var. Belli bir istikhakın dışındaki yiyecek ve giyim ihtiyaçlarını ise kendileri karşılamak durumunda. Okullar  ücretsiz. Üniforma ve kitap defter gibi giderleri de devlet karşılıyor. Sağlık hizmetleri Küba vatandaşlarına ücretsiz ancak Küba vatandaşı olmayanlar sağlık kuruluşlarına gittiklerinde muayene ve ilaç masraflarını ödemek durumunda (alanının en iyisi olarak kabul edilen Kübalı doktorlara muayene olma fantazim ilerleyen günlerde gerçek oluyor ve Kübalıların kendi ürettikleri ilk kez adını duyduğum ilaçları kullanmak durumunda kalıyorum). Pansiyon olarak işlettikleri ev Laura'nın annesininmiş, vergisini vererek evi turistlere kiralayabiliyormuş. Devlete ait evleri pansiyon olarak işletenler de varmış. 

Rivayet 4 - Küba'daki tüm evler ve binalar devlete aittir. Devlet, bu evleri herkese bir ev düşecek şekilde verir.

Gerçek 4 - Küba'da sadece devletin verdiği değil kendi evlerinde oturanlar da var. Ancak tekelleşmenin önüne geçmek için birden fazla ev almak yasak. Özellikle Raul Castro yönetime geldikten sonra mülkiyete dair yasalar daha esnek olmaya başlamış. 

Casa olarak işletilen evlerden biri...



Trinidad'da aynı zamanda eğitim mekanı olan farklı atölyeleri geziyoruz, bunlar dans, müzik ve resim atölyeleri.

Dans atölyesinden bir kesit...

Müzik atölyesine katılıp resim çekiyoruz, çocukların on parmağında on marifet :)

Resim atölyelerini de gezip fotoğraf çekmek mümkün. 

Küba'da sanat yaşamla iç içe. Herhangi bir sanat atölyesine girip sanatçımız resmini yaparken daha önceki eserlerinden birini satın alabilirsiniz. Sokaklar farklı ressamların eserleri ile dolu. Ben müzikten çok anlamam ama Sertaç'ın dediğine göre her sokak müzisyeni de adeta bir virtüöz gibi çalıyormuş. Havana'da bir gece sokaktaki çöpleri toplayan bir adamın salsa yapmasına şahit olmuştuk, çok içten ve harika dans ediyordu. Kübalıların ayrım gözetilmeksizin iyi bir sanat eğitimi aldıkları, daha da önemlisi yaratıcıklarını geliştirecekleri bir eğitim aldıkları çok belli. 

Trinidad'da iki gün geçiriyoruz. Öğle saatlerine kadar genellikle sokakları arşınlayıp, öğleden sonra 15 km uzaklıktaki Playa Ancon'a gidiyoruz. Playa Ancon Karayip denizinin kıyısında küçük ve sevimli bir kaç plajdan oluşuyor.

Bir gün daha sona ererken...

Sahilden dönerken yağmura tutuluyoruz ve safi bakır rengine çalıyor ortalık...


Kuzey Sahilleri

Küba'da geçirdiğimiz on günün son üç gününü kuzeydeki sahillere ayırıyoruz. Kuzey sahilleri Türkiye'den giden pek çok kültür turunun uğramadığı bir rota. Genellikle seyahat Trinidad'ın ardından Santiago de Cuba'ya uzanıp tekrar Havana'ya dönüşle son buluyor. Bir de Kanada ve Avrupalı bir turist kitlesi var ki onlar da sadece kuzey sahillerde takılıp Havana'ya bile uğramadan Küba'da tatil yapmış oluyor. Biz bu ikisini birleştirelim ve Santiago de Cuba yerine sahillerde takılıp hem kültür hem deniz tatili yapalım istedik ama şu an planlama yapsam hiç kuzey kıyılarına uğramazdım. Özellikle Varadero sahilindeki oteller "herşey dahil"ci turist kitlesi için tasarlanmış, tamamen tüketime dayalı bir turizm anlayışı ile işletiliyor. 

Bir yandan insanlar karne ile yiyecek alırken diğer taraftan sadece tüketmeye kitlenmiş bir grubun çatlayana kadar yemek yediğini görmek çok tuhaf. Ben kendi adıma Küba'dan daha çok ekolojik turizme ağırlık veren, "turist gelsin de nasıl gelirse gelsin" anlayışından ziyade ülkeye bilgi, kültür, sanat alanlarında da katkı sağlayacak bir turizm anlayışına sahip olmasını beklerdim. Özetle, kuzey sahilleri özellikle Varadero kıyıları büyük hayal kırıklığı yaratıyor.

Cayo Coco sahilindeli otelimiz Melia, lagün üzerine inşa edilen villa tipi evleriyle muhteşem bir manzara vadediyor :)

Vildan ve Duygu'nun oda manzarası (kabul et Sertaç, onların odası daha güzeldi :))

Cayo Guillermo'daki oltasız balık tutan Hemingway heykeli

 Varadero sahili...


İnsanların doğdukları yer veya değil, kendilerini oraya ait hissedeceği toprakların var olduğunu düşünürüm. Bence benim ait olduğum topraklar Afrika kıtasında yer alıyor. Latin Amerika'yı da aynı aşkla sevebilirim diye düşünmüştüm ama kim bilir belki yaşadığımız şanssızlıklardan belki dil sorunlarından kaynaklı kan uyuşmazlığı yaşadık Küba'yla. Yine de keyifli ve ömrüm boyunca hatırlanacak bir gezi oldu benim için. Özellikle Kübalılardan ve sosyalizmden öğrenecek çok şeyimizin olduğunu düşünüyorum. Olmayacağına inandırıldık ama bence başka bir dünya mümkün, neden olmasın ki?

Seyahatten Önce Yapılması Gerekenler: Alması zor değil ama Küba girişte vize istiyor. Vizeyi World Travel Service (WTS) adlı seyahat firmasından 120 TL ödeyerek on dakikada alabilirsiniz. İngilizce bilen kişi sayısı çok az, o yüzden gitmeden biraz da olsa İspanyolca çalışmak/bilmek iyi olabilir.

Bütçe: Küba şimdiye kadar yaptığımız en pahalı gezi oldu. Toplamda kişi başı 4.000 TL gibi bir tutar harcadık. Bu tutarın 1.600 TL'si uçak bileti geri kalanını diğer harcamalar (konaklama, yeme-içme, araba kiralama ve diğer tüm kalemler dahil) için ödedik.

Yiyecek-İçecek: "Casa"larda yemekler çok lezzetli, özellikle deniz ürünleri. Kahve, mohito ve pina colada için, bol bol meyve yiyin :)

Neler alabilirim? Resim, film afişi ve Küba bebekleri (tahta veya bezden olabilir). Küba'nın her yerinden sanat fışkırıyor. biz tahta bebek hakkımızı Zanzibar'da fazlasıyla kullandığımız için sadece resim ve afiş aldık. Resim ve bebek alışverişini Trinidad'da yapın, hem daha çok seçeneğiniz var hem de daha ucuz. Film afişlerini ise Havana'da kalenin yan tarafındaki pazardan alabilirsiniz. 

Neler götürebilirim? Bizim götürdüğümüz şekerlemeler pek rağbet görmedi çocuklardan. Başka birinin kalem götürüp hediye olarak dağıttığını okumuştum, daha iyi bir seçenek olabilir.