12 Nisan 2015 Pazar

Baharın En Güzel Renkleri İçin: Mardin, Midyat ve Hasankeyf

Mardin, İpekyolu üzerinden yüzyıllardır mezopotamyaya bakan, konar-göçer tüm gezginlere yeren, Mardinlilerin deyişiyle gündüzü mezarlık, gecesi gerdanlık, taş bir şehir. 

Rivayet o ki Mardin'de tüm evler birbirinin üzerine gölge düşürmeyecek şekilde bir dağın yamacına inşa edilmiş. Tabi bu dediğim "eski Mardin" diye anılan bölge için geçerli, yoksa kentleşen yeni Mardin'in herhangi bir Anadolu kentinden farkı yok.

Mardin'in gündüzü ayrı...

Gecesi ayrı güzel.

Filmlerin başrol oyuncusu ünlü minare…

Arnavut kaldırımlı taş sokaklar adına "abbara" denilen geçitlerle birbirine bağlanıyor.  Bu geçitler çocukların oyun alanı, aynı zamanda yaz sıcaklarında sokaklarda yürümeyi mümkün kılıyor.


Dolambaçlı sokaklarda, birbirine açılan geçitlerde kaybolmak ya da her yol ayrımında kendini bulmak


Mardin'de kapılar ayrı bir öneme sahip. Kapı kolları ince ince işlenmiş. Her kapı kolunun farklı bir figürü, her figürün farklı anlamları var. Birçok kapının ortak figürü ise güvercin. Güvercin barışı ve özgürlüğü simgeliyor. 


Eski şehrin merkezinde Artuklu Kervansaray adında 1200'lü yıllardan kalma, dev kapıları ve büyük demir anahtarları olan eski bir handa konaklıyoruz. Otel de tıpkı Mardin gibi tam bir labirent. Odamın yerini öğrenmek bile iki günümü alıyor. 


Mardin'de kaldığımız sürece artık "bizim" olan çaybahçesine gidip akşamüzeri taklacı güvercinleri izlemek gibi yeni alışkanlıklar ediniyoruz. Göz alabildiğine uzanan uçsuz bucaksız vadiye "deniz" deniyor Mardin'de. Haksız da sayılmazlar. Sarı sıcak binaların tezatlığında engin bir denizi andırıyor yeşil ve mavinin tonları.



Denize karşı çay keyfi…

Mardin'e gelmişken fırsatınız varsa Sabancı Müzesi'ne de bir uğrayın derim. Şehre özgü birçok şeyin detaylı anlatımını bulabilirsiniz.

Taş işlemeciliği yapan bir ustanın heykeli gibi. Tahminen gerçeği bu ustadan çok çok daha yaşlıdır.


Damlarda görmeye alıştığımız döşek. Demir olanlarının ayakları genelde maviye boyalı, akrepten korunmak içinmiş.


Telkari atölyesinden bir kesit. Telkari aslında Süryenilere özgü bir el işçiliği. İlerleyen günlerde özellikle Midyat'ta birçok telkari ustasına rastlayıp sohbet ediyoruz.

Mardin'de iki gün geçirdikten sonra yolumuz Midyat'a düşüyor. Yolumuzun üzerindeki Mor Gabriel Manastır'ını ziyaret ediyoruz. Burası bir Süryani manastırı. En parlak dönemleri Aziz Gabriel zamanında yaşandığı için Manastır'a onun adı verilmiş. "Mor", Süryanice'de Aziz demekmiş. Mor Gabriel Manastırı'nı belki yakın zamandaki gazete haberlerinden de hatırlayabilirsiniz. Bölge, Süryanilerden alınıp yapılaşmaya açılmak istenmişti, sanırım dava süreci hala devam ediyor. 



Manastırın sadece belli kısımlarını gezebiliyoruz, zira yaklaşık 60 kişi manastırda yaşayıp eğitim almaya devam ediyor. İbadet saatlerinde ise manastır ziyarete kapatılıyor.

Gelelim rakamlara; Türkiye'de yaklaşık 15 bin Süryani'nin yaşadığı söyleniyor, bu kişilerin 13 bini İstanbul'da, sadece 2 bin kişi Mardin'de yaşıyor. Oysa 1970'li yıllarda bölgenin neredeyse %90'ı Süryanilerden olşuyormuş. Şimdi soru şu; ne oldu da onca Süryani sahip olmakla övündüğümüz kültür mozaiğinin içinden sessiz sedasız siliniverdi? 

Cevabı biliyorum ama bilmesem de soramam çünkü aynı dili konuşmuyoruz, konuşamıyoruz, özellikle de kadınlarla. Arapça, Kürtçe karışık bir konuştukları için birbirimizin ne dediğimizi anlamıyoruz, sadece bakıp gülümsüyoruz. 



Midyat'tan devam edip Hasakeyf'e geçiyoruz. Yol boyu gelincik tarlaları baharın gelişini haber veriyor.


Hasankeyf, Batman iline bağlı, bölgeye gidenlerin mutlaka görmesi gereken noktalardan biri. 


Hasankeyf'e ilk kez 2008'de araştırma şirketinde işe başladığımda bir proje vasıtasıyla gitmiştim. O dönemde harabeleri dilediğimiz gibi gezmiş, dağın yamacına kurulmuş çay bahçesinde oturup, İstanbul'a gidip ünlü bir türkücü olma hayali kuran garson çocukla uzun uzun sohbet etmiş, nehrin kenarına inip, sal tipi yüzer gezer restoranlarda balık yemiştik. 2012'de gittiğimizde ise tüm bu yaptıklarımızın artık olanaksız olduğunu gördük. Taş kaymaları nedeniyle eskiden yaşam alanı olan harabelere set çekilmişti, ancak belli bir kısmı turistlerle tek sıra halinde gezilebiliyordu. Nehrin kenarındaki sal restoranlar kaldırılmıştı, hatta nehrin kenarına inmek bile imkansızdı. Çay bahçesi kapatılmıştı. Sohbet ettiğimiz garson çocuk İstanbul'a gitmenin bir yolunu bulmuştur belki, kimbilir.  

Köprüye giderken içinden geçtiğimiz pazar alanı ise bu 4 yıl içerisinde neredeyse üç katına çıkmıştı. Pazar alanında yok yok, dilerseniz Hasankeyf'e özgü Eyfel kulesi, dilerseniz yine bölgeye özgü Özgürlük heykelini hediyelik olarak alabilirsiniz. Hala dünyayı gezdiğinize ikna olmuyorsanız "I love Amsterdam" t-shirtü sizi bekliyor olacak. 


Yurt dışında 300 yıl öncesi sokakları aynen o zamanlardaki gibi korurlarken Türkiye'de seyahat etmek tam olarak böyle birşey. Bir kez gittiğiniz yere ikinci kez gittiğinizde büyük ihtimalle hayal kırıklığı yaşıyorsunuz. Doğallığını yitimiş, samimiyetini kaybetmiş, sanayileşmiş/ticarileşmiş, kalabalıklaşmış sözün özü "sevdiğiniz" yerler mutlaka bir şekilde "kirlenmiş" oluyor. 

Neyse ki korumalardan bir fırsat bulup harabelerin olduğu bölgeye gizlice sızmayı başarıyoruz. 



Amin Maalouf, "Tonios Kayası" adlı kitabında Lübnan'da geçen çocukluğu boyunca kaçıp saklandığı metruk bir evden bahseder. Oraya gidip hayal kurmak kitabın kahramanının en sevdiği şeylerden biridir.  Burası bana o harabe evi hatırlattı; ev-evim-mabedim.


Mardin, Midyat, Hasakeyf gezisini 4 günde tamamlamak mümkün. Mardin'in leblebi şekerini yemeden, Sur şarabını içmeden, eski bir handa konaklamadan, Midyat'tan küçük de olsa telkari bir takı almadan, Hasankeyf'de ise bol bol fotoğraf çekmeden dönmeyin derim. Merak etmenin, keşfetmenin, kendi ülkenizde bir turist gibi gezmenin tadını çıkarın, hala yapabiliyorken…

BONUS: İstanbul'da midye dolmacıların neredeyse tümü Mardinlidir, bunun nedeni midye dolmanın bir Ermeni mezesi olması. İstanbul Ermenileri Mardin'e geldiklerinde bu mezeyi bölgenin yerlilerine öğretmişler. Midye dolma şimdi Mardinlilerin İstanbul'daki ana geçim kaynaklarından biri halini almış. Demem o ki midye dolmanın kadim yolculuğu içinde bir tarih saklıyor aslında…

Bunu Seven Bunu da Sevdi Kontenjanı: Diyarbakır Suriçi